Ölüm Davetiyesi

Day Is Done by Nick Drake on Grooveshark

Ölüm aniden önümüze açılan bir kapı, ve biz gardiyana bir tanıdığa bakıp çıkacağız numarasını asla yutturamıyoruz. Sonlu bir yoldan sonsuzluğa doğru adım attığımızda bizi neyin karşıladığını bilemiyoruz. Bu bilinmemezlik bizi iliklerimize kadar ürpertse de biraz biliyor olmak için vazgeçmeyeceğimiz şey yok.

Green Mile’da Percy Wetmore’un ölümü daha yakından görebilmek için gardiyanlığı seçmesi, mahkumun ölüm anındaki hislerine ve kokusuna daha yakından tanık olabilmek için iletkenlik sağlayacak süngeri ıslatmayarak ölümünü yavaşlatması Stephen King’in kaleminden fırlamış avangard bir örnek gibi dursa da, kurgulanmamış hayatta ölüm merakının sonu olmayan sınırlarının içine bir Alman Ressam Otto Dix de dahil olmuştu. Otto Dix, doğduğu andan itibaren sanata meraklı naif bir çocuktu. İlk gençlik yıllarında bir ressamın
yanında aldığı çıraklık eğitiminden sonra sanat akademisinde de oldukça parlak bir dönem geçirmişti. Ancak Birinci Dünya Savaşı’nın başlamasıyla, çağırılmadığı halde ölüme ve yıkıma daha yakın olabilmek için savaşa gönüllü olarak katılmış, parçalanan bedenler ve ölüm kokusuna yakından şahit olmuştu.
                                                                                                                           
Ölüme gönüllü şahitliğinden sonra, tüm yaşananlar ruhuna travmatik olarak sirayet etmiş, bundan sonraki eserlerini ölüm-yavaş-yıkım üzerine vermeye başlamıştı: Kurtların yuvalandığı kuru kafalar, kesik bacaklı askerler ruhunun deliklerinden tuvale akageldi.

Tanzimat dönemi yazarlarından Beşir Fuad, ilk meteryalist Türk aydınlardan.

Hem döneminin getirdiği anlaşılamama hissi, hem de yazarlara ait buhranlı ve intihara meyilli
olma durumu Beşir Fuad’ı içinden çıkılmaz bir girdaba sürüklemişti. Annesi gibi delirip ‘kendini’ kaybetmektense kitaplarını çevirdiği Schopenhouer gibi “hayatın kısa rüyasına karşılık, sınırsız zamanın gecesinin ne kadar uzun” olduğunu görmek istiyordu.

İntihar Fuad için kaçınılmazdı; tıpkı Woolf, London, Hemingway gibi. Ancak onu diğerlerinden ayıran özelliği
intiharını ve hissettiklerinin ayrıntılarını kanının son damlasına kadar tarihe not düşmek oldu.
Son kısımlarını kendi kanıyla yazdığı mektubunu şöyle bitirir Fuad:

“Ameliyatımı icra ettim, hiçbir ağrı duymadım. Kan aktıkça biraz sızlıyor. Kanım akarken baldızım aşağıya indi. Yazı yazıyorum, kapıyı kapadım diyerek geriye savdım. Bereket versin içeri girmedi. Bundan tatlı ölüm tasavvur edemiyorum. Kan aksın diye hiddetle kolumu kaldırdım. Baygınlık gelmeye başladı.”

Ölüm, üzerine pek çok methiye düzülebilecek bir kavramken, kutsanmaması gereken de bir olgu. Mistik öğelerin dışında bu kutsanma durumu, faşizmin mayasını oluşturan en büyük etkenlerden biri. İspanyol faşistlerin Viva La Muerte! (Yaşasın Ölüm!) çığlıkları daha çoka sahip olmak üzereyken, biz bu harika diyalektik mesajı “ölümün” daha güzel ve anlaşılır “yaşaması” için verelim.

Bu yazı Size Magazine için yazılmıştır.