‘Yürürken nereye gittiğinizi unuttuğunuz oluyor mu? Ya da çok anlamlı görünen bir işi yaparken bir an durup peki bundan sonra dediğiniz?
Bir önceki durakta iniyoruz, alarmı kalkış saatimizden yarım saat öncesine kuruyoruz, hayatımız hep garantili.
Kalabalığın koştuğu yöne doğru koşuyoruz, neden kaçtığımızı bilmeden güvenli bir yere varacağımızı sanarak.
Hayatın bir tahammül sanatı olduğu söyleniyor.’
Deyip yarıda bırakmışım yukarıdaki yazıyı, 2011 yılında. Neyse ki blog sormadan kaydediyor. İşte sonra birgün, ihtiyacın olduğunda -tesadüfen- karşına çıkarıyor.
Yazmak mucizevi; hem kendine yaklaştıran hem kendinden uzaklaştıran. Eğer uzun zamandır yazıyorsanız, eski yazılarınızı unutup, yazdığınız şeylere şaşırıyorsunuz. Kızmak, gülmek, utanmak da cabası. Zihinsel evriminizi ya da belki de gerileyişinizi kayıt altına alıyorsunuz.
Ama bu kez, ne yazık ki yazdıklarıma şaşırmadım. Bu düzen ve garantili hayat ihtiyacı sistemin dayattığı, bizim de ‘irademizle’ kabul ettiğimiz, gücünü ve geçerliliğini kaybetmeyen bir durum. Kabul ediyoruz ve bir piyondan farksız olarak kendi dar alanımızda gidip gelmeye başlıyoruz.
Sıkılıyoruz, kızıyoruz.
Türlü türlü ortamda,beylik lafları cesurca paylaşıyoruz da, iş başa düşünce, karar almaya gelince bir adım geriye çekilip ‘ama’ları sıralıyoruz.
Çocuklukta köşe kapmaca oynarken köşesini kaybetmemek için kıpırdamadan duran çocuk, köşesini kaybetme pahasına ortaya atılan, koşan, risk alan çocuk kadar eğlenmedi. Ve üstelik hava kararıp da annesi eve çağırdığında, kaptığı köşesini beraberinde de götüremedi.
Mutluluk o köşeden ayrılan, yeni köşeler keşfeden çocukta.
Konforlu alanından çık.