Midas’ın Kulakları

Bir tiyatrosever olarak her oyun öncesinde ve her oyun sonrasında, bu sahne üstünde tozu alınmış metinleri ve yıldızı parlamış oyuncuları izlediğimde aklımda oyunun kendisi kadar oyun süreci ile de pek çok soru işareti beliriyordu. Önümüze konan oyun başlamadan 10 dakika önce salona girip, oyun bittikten sonra da yanımızdakinin kulağına eğilip birkaç yorum fısıldayıp evlerimize dağılıyorduk. 

Ben ise son zamanlarda bir oyunun nasıl piştiğini merak edip, oyuncu arkadaşlarımı (biraz da bunaltarak) soru yağmuruna tutuyordum. Koray Onur’un Kocaeli Şehir Tiyatroları’nda Genç Sahne’nin sahnelediği Midas’ın Kulakları oyununu yöneteceğini öğrendikten sonra süreç başladı…




Midas’ın Kulakları.. Güngör Dilmen’in 1959 yılında yazdığı bu her sahnesi birbirinden nüktedan oyunun aslında batının bize paket halinde hediye ettiği 1960 darbesini “müjdelediğini” de bilmek gerek. Dilmen, Yunan Mitolojisi’nin hangi kısmını çekip alacağını pekala biliyormuş ki, 1959 yılında vurguladığı noktalar, Apollon’un batının  Pan’ın ise doğunun aynası olması durumu günümüzde de geçerliliğini aynen korumakta.



Ben okuma provalarından hemen sonra bir provaya dahil oldum. Bu dahil oluş daha sonraları bir oyunun metin değil yorum işi olduğunu ve yönetmenin rolünü idrak etmemi kolaylaştırdı. Birbirinden yetenekli gençler sahnede enerji patlamalarıyla tiradlarını patlatırken “son derece suratsız ve asabi yönetmen” ayarları veriyordu. Bu yönetmen kontrolünün gerekliliğini ve uyarılarındaki nokta atışlarını prömiyer gecesi ölçülü mimikler ve neredeyse pürüzsüz bir oyunculuk gördüğümde anladım. Gençler her sahnede ve her mimikte provalardakinin aksine kontrollerinin kendilerinde olduğunu gösteriyorlardı. Bununla beraber provalarda kendine dönmüş oyunculuk hali prömiyerde ekip işine dönüşmüştü.




Provada Koray Onur’un notları. Her söz, mimik, sahne elekten geçiyor. Yönetmen notlar alarak ilerliyor. Bu notların provadan oyuna kadar geçen süreçte oyunu nasıl şekillendirdiğini  de görmüş oluyorum. 



Bilmeyenler için çok kısaca oyunu özetleyeyim..

“Güneş Tanrısı Apollon ile yaban Doğa Tanrısı Pan, aralarında sert bir tartışmaya tutuşmuşlardır: Hangisi daha güçlü? Apollon aklın, usun, Pan ise içgüdülerin temsilcisidir. Frigya kralı Midas’ı kendilerine yargıç olarak seçerler. Onun önünde Apollon liriyle, Pan da flütüyle yarışacaktır. Önce Apollon gelir, biraz sonra da Pan. Saraydaki berber, yontucu, ozan gibi kişiler de yarışmayı ilgi ile izlerler. Önce Apollon çalmaya başlar. Ama onun müziğini yalnız anlayabilen kulaklar işitebilir. Apollon’un ezgilerini Midas’tan başka kimse işitmemektedir. Sözünü esirgemeyen bir adam olan berber isyan eder. ‘Yalan yalan, kimse işitmiyor Apollon’u’ diye bağırır. Dışarı atarlar. Yarışma devam eder. Pan da flütüyle çarpıcı bir hava çalar. Sıra yargıya gelir. Midas bir süre bocalar. Sonra gururla tanrı Apollon’u yenik düşürmenin daha zevkli olacağını düşünür ve yarışmayı Pan kazanır. Son derece öfkelenen Apollon, Midas’ın kulaklarını eşek kulakları haline getirir…”


Midas’ın Kulakları bir oyunun dönüşümüne şahit olmak bakımından, kendi adıma da oldukça şanslı bir seçimdi. Hem söz konusu alıntıda da Apollon’un usun simgesi olması hem de Pan’ın güçsüz bir içgüdü olma durumu günümüz batı dünyasının rasyonalizmine karşı doğunun mistik yönünü ve gücünü ortaya koyuyordu.  Oyunda birçok leziz gönderme vardı ancak daha da leziz olan yönetmenin oyunu yorumlayış şekliydi. Başka birçok kısım gibi, yukarıdaki alıntıda da geçen “önce Apollon çalmaya başlar ve onu anlayabilen kulaklar işitir” kısmı günümüze çok daha uygun bir biçimde yorumlanmıştı. Kulakların güçlü olanın yanında olması için onu duyması gerekmezdi, o Apollondu ve duyulmasa da beğenilmeliydi. Midas’ın başına gelenler ise gerçekleri her şeye rağmen söyleyen günümüz “yaftalı” gazetecilerinin bana göre bir simgesiydi.

Koray Onur 1959 yılında Güngör Dilmen’in o günün dinamiklerine göre yorumladığı oyunu, bugüne adapte etmişti. Politik ve magazinsel göndermeler gayet yerindeydi, tek eleştirim göbek atma sahnesineydi ki uzun, yorucu enerjisi ve oyuncuların o esnada ne söylediklerinin anlaşılmaması oyunu bir nebze düşürdü.

Gelelim oyunculara, onları kulislerinde ziyaret ettiğimde ve heyecanlarını gördüğümde en az onlar kadar heyecanlandım. Başlangıçta da dediğim gibi, birçoklarının bir mısır eşliğinde 1 saatlik zaman diliminde tüketeceği oyun için aylarca emek vermişlerdi.  Fotoğraflardan da bir nebze anlaşılacağı üzere amatör oyunculara göre öyle iyi oynadılar ki, birçoğu bu işi ilerde (umarım akademik eğitimleriyle beraber) layıkıyla yerine getireceğini gösterdi.  Üstelik bu sadece benim değil başka usta oyuncuların da fikriydi..





Alışılmış ya da geleneksel olandan farklı “cesur” bir konuşma yapan Koray Onur’u hem bu duruşundan hem de ortaya koyduğu bu eserden dolayı, Can Sayan, Şevval Balkan, Rengim Melis Köse, Tuğba Cumalı, Sevcan Kuş, Aleyna Yılmaz ve Ömer Faruk Cankurt’u ise oyunculuklarından dolayı kutlarım. Umarım bu kadroyu bambaşka işlerde izlemeye devam edebiliriz..

Not: Oyun fotoğrafları için Eda Kalmuk’a teşekkür ederim.