Öykücülerden hangisini sever, hangi öyküde kendinizi akışa bırakırsınız? Maupassant’ın bıraktığı dosdoğru giden ve eninde sonunda yolunu bulan bir suyla mı, Çehov’unki gibi zikzaklar çizen, suyun yönünden çok nereden geçtiği, neleri topladığıyla mı ilgilenirsiniz?
Çehov’un mineralli sularından pek beslendiğini düşündüğüm Aslıhan Erguvan bir modern öykü yazmış bize; yükte hafif pahada ağır türden. Karakterler ve karakterlerin yaşadığı ‘durum’lar -kendisini farkında olmadan bekleyenleri- alıp götüren ve gene içinde olduğunuz ‘durum’un vehametine göre geri döndürmeyecek yerde bırakan türden.
Süleyman Demirel Kültür Merkezi’nde izleme imkanı bulduğum, bir Pangar oyunu Lulabay- Bir Cihangir Hikayesi. Oda tiyatrosunda, sol yanımda yediği sarımsak kokusunu hiç durmadan ve seslice sakız çiğneyerek dindireceğini sanan, konsantrasyonumu bozduğu konusunda uyardığım ve buna çokça bozulan bir teyze, sağ yanımda ise pek sevdiğimiz oyuncu Engin Benli ile. Bu yönler itibariyle de kendi içinde melek-şeytan metaforu bulunduran durumla beraber oyun bir anda hızlıca başlayıverdi.
Nail Kırmızıgül, Aslıhan Erguvan, Fatih Sevdi, Zuhal Gencer’in sahnelediği oyunda birbiriyle bağlantılı ama kendi içinde çözümlenmesi gereken pek çok ‘durum’ var. Kilosuyla problemli, eğitimli ama yalnız modern zamanlar kadını- zerafeti ve incelttiği ruhu kevgire dönmüş yaşlı ama genç adam.
Başarısızlığı ya da yalnızlığının sorumluluğunu kız arkadaşına ve içkiye yıkan işsiz ünlü-çaresizliğin çaresini ve belki de kurtarmak konusundaki fikirsizliğinin çözümünü karanlık sokaklarda kaybolmakta bulan bir genç kız.
Açık sözlü, gözlerinin ışıltısıyla enerji saçan, oyunda ne istediğini bilen belki de tek karakter olan ‘içi dışı bir kadın’- ne istediğini değil ama ne istemediğini bilen, ne istediğini bilen kadının isteklerini ‘böyle ilişki olur mu’ salvosuyla atlatan o bilindik adam.
Ve,
Dört duvar arasında, modern ve yalnız kadının kucağında güvenle temizlenen, tek yaptığı ‘bakmak’ olan bir ev kedisi, kendisini yoldan çıkaran (yola sokan mı demeliydim) bir sokak kedisiyle tanışır, açık bırakılan pencereden dış dünyayı bir anda ‘görür’ ve kendini o korunaklı kaleden dışarı bırakır. Sokak kedisi başlangıçta hayranlık duyduğu bu uzun kuyruklu, parlak tüylü kedinin etrafında pervaneyken, en temel güdülerini korunaklı evinde bırakmış ev kedisine zamanla ilgisi azalır. Öyle ki onunla ve başlangıçta hayranlık duyduğu özellikleriyle dalga geçmeye başlar. Onu bir ‘toz bulutu’ içinde sokakta yalnız bıraktığında, ölümünü de kendi elleriyle hazırlamış olmaktadır.
Hafif bir oyun gibi gözüken ama içindeki herhangi bir nüansı kendinizle özdeşleştirdiğiniz de karnınıza yumruk yemiş etkisi yapabilecek bir oyun. Bir saatlik süre boyunca yalnızca yer değiştirme de görebilirsiniz, onlardan birini yerinize de koyabilirsiniz. Tamamen size kalmış.
Lulabay, minimalist dekor, akıllıca kullanılmış pratik kıyafetlerle beraber oldukça hareketli bir oyun. Tüm oyuncular oyun boyunca bir kek hamurunu karıştıran bir çırpıcı gibi hareketliler. Kekin oyun boyunca kabarmasına ve pişmesine tüm oyuncular eşit derecede katkı sağlıyor fakat Fatih Sevdi oyunun kreması oluyor. İçi dışı bir kadından, işsiz ünlü oyuncuya hızlıca geçişlerinde hem oyunculuğunu parlatıyor hem de bütünü tatlandırıyor.
Oyunun afişindeki illüstrasyonları, üniversite yıllarında işlerini duvarımdan indirmediğim, hastası olduğumuz Sadi Güran yapmış. Size de oyunu görmek kalmış.