Comtemporary İstanbul’a bu sene de pek çok sanatsever gibi ben de gittim. Geçen yıllara oranla hem eser sayısında hem de ziyaretçi sayısında artış olduğunu sevinerek söyleyebilirim. Öyle ki, eserlerin birçoğunu yığınların arasından ya da sıramın gelmesini bekleyerek görebildim. Dostlar alışverişte görsün misali gelenleri bir kenera bırakırsak sanata ilginin bu düzeyde olması sevindirici.
Contemporary İstanbul’da yerli yabancı pek çok sanatçının farklı disiplinlerden işleri sergileniyor. Galerileri gezerken adımları yavaşlatan, ve hatta durdurup kendisini seyrettiren pek çok yabancı sanatçının işi vardı ama benim asıl ilgimi çeken yerli sanatçıların özellikle yerli heykeltıraşların işleri oldu. Bahsedeceğim bu heykeltıraşları bu kadar geç öğrenmem elbette benim ayıbım ama ne kadar erken o kadar iyi.
Geçen yıl Süleyman Okan’ın nazik davetiyle Contemporary’nin açılışına katıldığımda, eserler içinde bir tanesi beni başucunda alıkoydu. Uzun uzun seyrettikten sonra, adetim olduğu üzere eseri ve sanatçı ismini fotoğrafladım ve bir banka oturdum. Yanına oturduğum kişi, biraz önce uzun uzun baktığım işi beğenip beğenmediğimi sorduğunda onun eserin yaratıcısı olduğunu anlamam çok fazla zaman almadı. Türkiye’nin yakın dönem en yetenekli heykeltıraşlarından biriyle bu vesileyle tanışmış oldum:
Meselesi olan bir adam. Metal olarak çalıştığı eserleri gerek yük gerek anlam olarak güçlü olanı, ve güçlü olanın her zaman yanında olanı ezecek türden. Kan emici dev sivrisinek, ortama göre renk değiştiren bukalemun ve her zaman güçlünün yanında olan at iktidarı ve yandaşlarını bütünüyle sembolize ediyor.
Meselesi var diyorum, -bunu uzaktan bakan dikkatli biri de pek ala söyleyebilir-, Memleket Meselesi filminin sanat yönetmenliğinin yanında şuan Mixer Bağlantısızlar sergisinde de lağım boruları ve farelerden oluşan “sanatçılar, küratörler ve diğerleri” sergisi mevcut. İş ve işin adı Koç’un neyi söylediğini açıkça ortaya koyuyor.
Değeri ve ederi olan her şey gibi elbette sanatın da bir piyasası var. Borsadan hatta altından bile güvenilir bulunduğu için sanat eseri alıp satan, eserleri kar getirisi olan bir araç olarak kullanan insanların olduğunu elbette biliyoruz. Ve ne yazık ki bu müdahale edilemeyecek türden bir piyasa. Peki bu durumda sanatçının tutumu ne olmalıdır?
Contemporary’de bu yıl eserlere pos cihazıyla taksit imkanı ve chip para imkanı sunuldu. Genel olarak sisteme ve düzene karşı çıkan, eserlerini bunun üzerine kurgulayan sanatçıların (ve galerilerin), alım gücün yoksa taksit yapalım, çalışır ödersin yaklaşımı ne kadar doğru? Dışarıdan bir bakışla ahkam kesmek doğru değil ama İbrahim Koç’un duruşu takdir edilecek türden.
İbrahim yaz aylarında Avustralya’dan davet aldı ve dev bir sivrisineğini Kültür Bakanlığı’nın da desteğiyle orada sergiledi. En çok beğenilen işlerden biri olarak sivrisinek alıcısı tarafından Tazmanya’ya uçuruldu bile. Avustralya’daki gazetelere kapaktan giren, önümüzdeki sezon 20 parçalık bir sergiyle oraya tekrar gidecek olan İbrahim Koç‘u yürekten tebrik ediyorum.
Ozan Oganer‘in işleri kullandığı malzemenin yaratıcılığı ve estetikliğinden dolayı salonun tam ortasında ben burdayım, senden n’aber diyordu. Kişisel sitesinde çalışmalarının mitik, kültürel ve kişisel konulardan sorgulamalar olduğunu belirtiyor ama heykeller zaten bu kavramları üzerine zaten ‘giyinmiş’ durumda. Paris’te IKSV bursuyla geçirdiği araştırma ve atölye çalışmalarından sonra Türkiye’ye dönmüş. Umarım bu gidişlerin dönüşü hep olur.
Lolita Asil, isminden sanırım, insanı naif beklentiler içine sokan ancak beklediğini vermeyen bir ressam- heykeltıraş. Aldığı resim eğitiminden ve Da Vinci’nin “insanı tanımaya içinden başlamalı” öğretisinden sonra Da Vinci’nin izinden giderek cesetlerin, otopsilerin müdavimi olmuş. Cerrahpaşa’da bir süre kadavraları izledikten sonra, insanın yaşımı içselleştirmesinin aslında soyut bir kavram olmadığını, yaşarken tattığı renklerin kendi bedenine sindiğini ve kötü bir yaşam deneyimlemiş olanların iç organlarının da karardığını keşfetmiş. Tüm bu farklı tecrübeler elbette daha sonraları eserlerine yansımış. İhtişamlı bir galeride, kadavraların aksine bir şeyler anlatmaya çalışmayan yüzlerin üzerinde dışarıya taşmış renkler vardı: Kullandığı teknikle tüm heykeller kendine dokunma hissi yaratıyordu. Contemporary’de gördüğüm işleri nette bulamadığımdan paylaşamıyorum ama 20. sanat yılı nedeniyle 3d hazırlanan bu videonun fikir vereceğini umut ediyorum.