Zorba The Greek

İdeal bir adam. Genç, yakışıklı, kültürlü ve zarif.
Çirkin, kültürsüz ve işsiz Zorba’yla karşılaşıyor. Toplumun ve dolayısıyla algılarımızın “olması gereken adam” olarak kodladığı genç adam görünürde kusursuz olan, ama ne var ki dokununca puf diye içeri göçen bir kartondan farksız. Kuru, güçsüz ve en önemlisi korkak.
Zorba ise çoşkulu; dansı da biliyor, içmeyi de sevmeyi de.

Zorba parasız, ama parayı gördüğünde de ona “hak ettiği kadar” değer veriyor; onu dünya zevkleri için harcamayı biliyor. Dünya zevkleri dedim ama seçimleri onun ruhunu inceltiyor.
Genç adam ise öyle yeteneksiz, öyle korkak ki sevdiği kadın onun yüzünden ölüme gittiğinde tek yaptığı korkak bir sıçan gibi ölümünü kalabalıklar arkasından seyretmek oluyor.

Sonra bir madam var, yaşam dolu, sevmiş ama pek de sevilmemiş. Hayatını bilmem ama ölümü trajik.

Karga mı, kadın mı olduğunu anlayamadığım varlıklar tarafından öyle yağmalanıyor ki evi, bir daha yerinden kıpırdamayacak kadar derinlere kazınan bir sahne olarak zihnimde yerini alıyor.
4 parmağıyla çıkardığı istavrozla beraber gittiği yere geride bıraktığı eşyalarını götüremiyor; onlar kargalara aksesuar olarak kalıyor.

Çirkin, yaşlı, eğitimsiz Zorba o yakışıklı, kültürlü, korkak ve kupkuru adamın (öyle ki adını bile hatırlamıyorum) yanında bir elmas gibi ışıldıyor. Ve bize pek çok işaret veriyor.

Bu yazı, izlediğim filmleri not ettiğim küçük defterime aylar öncesinde yazılmıştı. Bugün Zorba’nın o etkileyici sahneleri pek çok kez aklıma düşünce burada da paylaşmak istedim. 

Bu harika filmi izleyin.

1 Yorum