Venedik






Percussion Gun by White Rabbits on Grooveshark



2’si mezarlık 118 adadan oluşan, bir ülkeye ismini vermiş (Venezuela), buğulu ve büyülü bir şehir Venedik. Zemini su olan, sonunu asla bulmak istemeyeceğiniz türden bir labirent.


Uzaktan aşk yaşadığımız türlü şey gibi, Venedik’te de dışı seni içi beni yakar durumu var. Yılın belirli zamanlarında kanal suları gel git etkisiyle yaklaşık bir buçuk metre civarında yükseliyor ve yürünebilecek pek az yer de sular altında kalıyor. Tüm bu koşullarla bilikte Venedik’te yılın dört mevsimi yaşamanın zorluğu, merkezde gençlere cazip gelen yerlerin azlığı bu muhteşem yapıların ölene kadar asla vazgeçmem diyen yaşlıların tekelinde kalmasına neden olmuş. Paha biçilemeyen bu binaların bekçileri genellikle asillerin ya da dönemin din adamlarının torunlarıymış.






Venedik, günümüz şartlarında her ne kadar bizi cezbeden bir şehir olsa da, döneminde onca toprak alan varken bir bataklığa şehir kurmaya çalışmanın mantığını sorgulatıyor. Bunun basit bir izahati var aslında; tuz sıkıntısı yaşayan ve avladıkları etlerin bozulmasını bir türlü önleyemeyen Alpler halkının Venedik’te var olan tuzu keşfetmesi.

Yüzyıllardır suyun içinde yüzen bu evlerin sağlamlığı, Slovenya bölgesinden kesilip (aşırılıp) getirilen binlerce kazığın aralarında boşluk olmayacak biçimde zemine yerleştirilmesiyle sağlanmış. Düşünülenin aksine Venedik suları kazıkları çürütmemiş, içinde barındırdığı minerallerle kütükleri kaplayarak taşlaştırmış. Venedik kütükler üzerine birbirinden ihtişamlı binaları dikerken, Slovenya toprakları çoraklaşıp çöle dönmüş.



Venedik’in iki simgesi var, biri kanatlı aslan bir diğeri de İncil’in 4 yazarından biri olan San Marco. Rivayete göre San Marco İskenderiye’de ölmeden önce, öldükten sonra kemiklerinin Venedik’e gömülmesini vasiyet etmiş. Ölümünü haber alan Venedik’liler San Marco’nun kemiklerini teslim almak için Venedik tacirlerini görevlendirirmişler. Tacirler İskenderiye’den kemikleri kaçırmanın yolunu ararken müslümanların belki de en hassas noktalarından olan domuzu kullanmayı akıl etmişler. San Marco’nun kemiklerini domuz etleriyle dolu bir sandığa saklayarak onu ülkeden kaçırmış, hem bu başarı hikayesinin şerefine hem de kemikleri saklamak için San Marco Bazilika’sını inşaa etmişler. Bazilikanın ön cephesine de bu hikayeyi böyle resmetmişler:





San Marco Bazilika’sının bizim için en önemli unsuru 4. Haçlı seferlerinde İstanbul’daki tarihi hipodromu süsleyen 4 adet bronz at heykelinin çalınıp Bazilika’ya monte edilmesi. İtalyan’lar bizden çaldıkları esere o kadar sahip çıkmışlar ki bir müddet sonra bire bir kopyalarını yaptırarak Bazilika’ya monte ettirmiş, orijinallerini müzeye kaldırmışlar.

Trajikomik olan şey en soldaki atı çalarken sol ayağını kırmaları ve sadece bu parçayı Türkiye’de bırakmaları. Bizim ise birkaç sene önce bu parçayı bulmamız ve bunu sergiliyor olmamız.





San Marco Meydanı etrafında türlü cafenin ve alışveriş merkezinin olduğu, yerlerde yüzlerce güvercinin yemlendiği cıvıl cıvıl bir meydan. Saat onyedi’den sonra soldaki binanın altında klasik müzik dinleyerek bir fincan kahve yudumlayabilirsiniz.




San Marco Meydanı’nındaki saat kulesi. Mimarının gözleri bir daha benzerinden yapmaması için oyulmuş.

(Sanatçı bu eseri yaparken gözlerini kaybetmiş efsanesinin vücuda geldiği an!)




Daha önce de bahsetmiştim, İtalya’nın ekonomisini ciddi anlamda turizm götürüyor. Biz Venedik’e bir otobüs olarak giriş yaptık ve tam 850 euro ayak bastı parası ödedik. Yani daha almadan- vermeden (ya da nefes alıp vererek) ekonomiye can vermiş olduk. Her popüler şey gibi, Venedik’te de turistlik etkinlikler pahalıydı. 6 kişilik bir gondolla 20 dakikalık kanal turu 120 euro. Bunu pazarlıkla 80 euro civarına düşürebiliyorsunuz. 


Bizim seçimimiz (romantik olacağını sanarak) şampanyalı bir gondol turuydu, bu yüzden kişi başı 25 euro verdik. Fiyat farkına neden olan ‘plastik’ şişedeki şampanyayı görünce hayal kırıklığımızın şıngırtıları duyuldu.






Her şeye rağmen harika bir gondol turu bizi bekliyordu.




Turla beraber büyük (grande) ve türlü küçük kanalları dolaşarak Venedik’in tarihi dokusunu keşfetmiş olduk. Ben durmadan sorduğum bu ev neymiş, burda kim yaşamış minvali sorularımla kürekçiyi çıldırtırken bir yandan da Marco Polo, Casanova, Vivaldi’nin evlerini görme imkanı buldum.

Marco Polo’nun evi.



Gondolla beraber türlü köprünün altından geçip, bir çok fotoğraf karesinin içine sızıyorsunuz.




Son Nefes Köprüsü adını idama gideceklerin son kez dünya güzelliklerini gördükleri yer olmasından alıyor. Bu kadar estetik yapılmış olması son nefese olan saygıdan olsa gerek.


Son nefes köprüsü.


İtalya’daki en pahalı oteller Venedik’te konumlanmış. Otellerin güzel yanı şehrin havasını bozmayacak bir mimariye sahip olmaları. Hilton oteli de, daha önce yapmadığı bir şeyi yaparak otelini Venedik’e göre dizayn etmiş. Bu otelin dünyadaki en pahalı Hilton Oteli olduğu söylense de, internet üzerinden rezervasyon fiyatları hiç de öyle olmadığını gösteriyor.

(Hilton neden her zaman yaptığı gibi devasa Hilton logosu yerine G Stucky yazmış anlayamadım.)





Venedik’in en görkemli köprüsü Rialto. Venedik baharatın dünyaya pazarlandığı bölge olduğundan , üzerinde baharatların sergileneceği bir köprü yapılması kararlaştırılmış ve bir yarışma düzenlenmiş. Michelangelo’nun da katıldığı ama kazanamadığı bu yarışmanın sonucunda işte bu harika köprü yapılmış.

Köprünün orijinali tahta iken yıkılıp yerine aslına sadık kalınarak mermer versiyonu yapılmış.




Rialto’dan görünüş.


Şehrin bir diğer simgesi de bilindiği üzere maskeler.1200’lerde dönemin dükü yılda bir kez olsun herkesin eşit olması için herkesin maske takmasını istemiş. Panayırların kurulduğu ve eğlencelerin yapıldığı o gün, San Marco meydanında çoluk çocuk cümbür cemaat herkes maske takıp eğlenirmiş.




Bir rivayete göre, fotoğrafta da görülen uzun burunlu maskeler döneminde Venedik’teki kötü kokulardan korunmak için tasarlanmış ve asiller bu maskeleri kullanırmış.

Eyes with shut’da kullanılan maskeler bu dükkanda yapılmış ve o yüzden gururla sergileniyorlar.



1200’lerdeki o eşitlikçi ruhu sağlayan maskeler, 1300’lere gelindiğinde çokça soygunlarda ve yasa dışı işlerde kimlik saklamak için kullanılan bir metaryel haline gelmiş. Kumarhanelerin yasaklanmasıyla beraber, maskeleri bu iş için kullananlar yakandıklarında San Marco meydanındaki kulelerde sallandırılır olmuşlar.



Gezi boyunca en çok eğlendiğimiz ve ayrılmak istemediğimiz şehir Venedikti. Bu yüzden gitmeyi planladığımız Verona Garda Gölü gezisini iptal edip, burada bir gün daha geçirip şehrin sokaklarında kaybolmak üzere yola çıktık.



Birbirine benzer dar ara sokaklar dünyaca ünlü markaları ve yerel butikleri barındırıyor. Venedik’in alışveriş açısından en pahalı yer olduğu söylense de en çok alışverişi burada yaptım. Sanırım şuana kadar sahip olduğum en güzel takıları da buradan aldım.




Fiyatlar San Marco Meydanı’ndan itibaren artmaya başlayıp, Rialto Köprüsü’nden sonra makulleşmeye başlıyor. Bu pazar Rialto Köprüsü’nden hemen sonra başlıyor: Kalabalığa bakılırsa alışveriş konusunda benimle aynı fikirde olan büyük bir kitle var.



İtalya’nın Murano- Burano bölgesinin meşhur camları Venedik’teki bir çok vitrini süslemiş. Camın her türlü forma girmiş halini görebilirsiniz. O kadar güzel şeyler gördüm ki.. Dönüş yolunda kırılma riskini göze alamadığım için hevesim başka baharlara kaldı.



Dükkan sahibine Picasso’dam mı esinlendiniz dedim, evet evet Picasso dedi.





Bütün Venedik sokaklarında buna benzer ilanlar vardı. Sanırım Venedik’in muhtar adayları kendileri 🙂



Hangi amaçla orada olduklarını bilmediğimiz ama biranda bizi sevgi yumaklarına çeken keşişlerle yaptığımız dansla noktayı koyalım.
Yalnız nasıl havaya girmişsem bir ara elektrik dansı figürleri sergilemişim!
Sevgiyle kalın.

Floransa’da görüşmek üzere.








6 Yorum